doğumlu Ermeni müzisyen, müzikolog, besteci ve rahip Gomidas Vartabed, bugün tüm dünyada mirasına sahip çıkılan büyük bir sanatçı. Ancak doğduğu topraklarda yeterince tanınmadığı bir gerçek. 24. İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında, Ahmet Sami Özbudak’ın yazıp yönettiği, Fehmi Karaarslan’ın rol aldığı “Gomidas” oyunu, tam da bizi bu gerçekle tanıştırmak üzere sahnede. 1915’te gönderildiği sürgünden araya nüfuzlu kişilerin girmesiyle kurtulsa da, yaşadığı büyük travma nedeniyle yaşamının son 20 yılını akıl hastanesinde geçiren Gomidas’ın trajik hayat hikayesi, 27 ve 30 Kasım’da Surp Vortvots Vorodman Kilisesi’nde izleyiciyle buluşacak. Hem de Fransızca ve Türkçe olmak üzere iki dilde. Oyunu ve Gomidas hakkında bilinmeyenleri Özbudak ve Karaarslan’la konuştuk.
Gomidas üzerine bir tiyatro metni yazma ve sahneleme fikri nasıl ortaya çıktı?
Ahmet Sami Özbudak: Tarihsel metin çalışmayı özellikle seviyorum, hem yakın tarih hem Osmanlı dönemi. Gomidas da birkaç yıl önce Şehir Tiyatroları’nda “Hayal-i Temsil”i çalışırken karşıma çıktı. Çok etkilendim. Diğer metni çalışırken Gomidas’ta kayboldum bir anda. Sonra mecburen rafa kaldırdım ama ileride çalışacağım diye bir kenara yazmıştım. Fehmi de hep çalışmak istediğim bir oyuncuydu. Üç yıl önce “Mutluyduk Belki Bugüne Kadar” oyununda ilk kez birlikte çalışma fırsatımız oldu. Provalar biter bitmez de Gomidas’ı konuşmaya başladık zaten. Oyunu iki dilli düşündüğümü, uluslararası plana taşımak istediğimi söyledim. Ve birlikte çalışmaya karar verdik.
Gomidas’ın sizi etkileyen yanı ne oldu?
A.S.Ö.: En başta dehası. Hassasiyetleri, müzisyenliği, mütevaziliği ve bu mütevaziliğinin bedelini ödemiş biri olması. Hikayesi hem çok trajik, hem hüzünlü hem de umut verici geldi. Hem Türkiye toplumu, hem Ermeni kültürü, hem Osmanlı dönemi açısından çok önemli bir figür. Buna rağmen Türkiye’de çok çok az tanınıyor.
Fehmi Karaarslan: Ben de tanımıyordum açıkçası. Sami’nin bahsettiği andan itibaren kitaplardan ve müzikleri aracılığıyla tanıma şansım oldu. Tabii bireysel olarak çok ağır bir hayat hikayesi var. Daha bebekken annesini, 10 yaşında babasını kaybediyor. Birçok şehir hatta ülke değiştiriyor. Hayatı boyunca bir ev arama paterni var baktığınızda, sürekli bir yerlerde var olabilmek için çabalıyor. Her gittiği yeri de terk etmek zorunda kalıyor ya da atılıyor. Bir yuva bulamıyor. En sonunda İstanbul’u da terk ediyor ve hayatının son 18 yılını Paris Villejuif’te bir akıl hastanesinde geçiriyor. Bazı kaynaklar, bu son 18 yılını hiç konuşmadan geçirdiğini de söylüyor. Düşünün ki, böylesine müzik tutkunu bir adam, ağzını açmıyor. İnanılmaz bir trajedi. Gomidas’la ilgili birçok metni okurken, kendimi ağlarken buldum. O yüzden içinde olmak, o dünyayı anlatmak, oyunculuk yapmaktan da öte böylesine büyük bir dehanın hikayesini sahiplenmek, ona nefes olmak çok heyecan verdi.
Hangi kaynaklardan faydalandınız?
A.S.Ö.: “Deliliğin Arkeolojisi” temel referans kitaplarımdan biri oldu, çok temiz bir biyografi. Sürgünü anlatan “Gomidas’la Çankırı Yollarında” da yine ana kaynaklarımızdan biri. En son finale giderken, bu yıl çıkan “Kalbim O Viran Evlere Benzer” kitabından çok faydalandım. Oradaki mektuplar, Gomidas’ın makaleleri, anılar… İnternette de çok fazla bilgi var ama birçoğu tutarsız. Örneğin 18 yıl konuşmadığı söyleniyor ama bunun ispatı yok. Ama şurası kesin ki, evet bir sessizliğe gömülüyor. Müzik üretimine zaten devam edemiyor.
Hazırlık sürecinde müzisyenlerle de görüştünüz mü?
A.S.Ö.: Ben ilk Agos’a gittim aslında. Orada bazı müzikologlarla görüştüm. Ermeni cemaati içinde çok iyi bilinen bir figür zaten. Ayrıca başka müzisyenlerle görüşmedim ama oyunda Hagop Mamigonyan’la çalışıyoruz. Koro şefimiz. Sahnede 40 kişilik bir koroyla beraberiz, Lusavoriç Korosu. Başından beri oyunun koroyla yapılmasını istiyorduk zaten, çünkü Gomidas aynı zamanda çok önemli bir koro şefi. Her gittiği yerde korolar kuruyor ve yönetiyor. Ve bu şekilde Anadolu’nun, Ermenistan’ın, Doğu’nun müziğini Avrupa’ya taşıyor.
F.K.: Aslında Batı armonisini de katıyor işin içine. Çünkü Berlin’de konservatuvar okuyor, Batı müziğini çok iyi öğreniyor. Hamparsum Limonciyan’dan Ermenilerin kullandığı nota sistemini öğreniyor ve onu Batı müziğiyle birleştiriyor. Bir belgeselde dinlemiştim örneğin, özellikle Anadolu ezgilerinde son heceyi yükselterek çok basit ama çok etkili bir teknik geliştirdiğinden bahsediliyor.
Gomidas’ın sesinden de övgüyle bahsediliyor. Sizin müzikle ilişkiniz nasıl?
F.K.: Ben konservatuvar eğitimi sırasında şan dersleri almıştım, fena da şarkı söylemediğimi söylerler. Gomidas’la tabii ki kıyaslanamaz ama en azından ses rengimiz aynıymış. İkimiz de üst baritonmuşuz. O hoşuma gitti. Oyunda da elimden geldiğince birkaç şarkı söylüyorum.
Gomidas’ın hayatına dönelim. Hakkında az da olsa bilinenler var. Bunlar dışında siz neler keşfettiniz? Özellikle 1910’da yerleştiği İstanbul’da geçirdiği dönemle ilgili neler biliniyor?
A.S.Ö.: Beni en çok şaşırtan, aslında çok acıklı bir hikaye anlatmamıza karşın Gomidas’ın komedyen tarafıyla tanışmak oldu. İnsanları çok güldüren, her girdiği ortamda kırıp geçiren biri. Teksti yazarken önce oraya gitmek istedim. Komedyenlikten trajediye dönmek güzel bir tezattı ama o şiirselliği yakalayamayacaktım. Gomidas’ın hayatı bir şiir gibi geliyor bana aynı zamanda. O yüzden komedyenlik damarını biraz törpüledim. Bunun dışında çok tutkulu biri. Çok iyi bir gözlemci. Doğayla çok güçlü bir bağı var. İstanbul’un önde gelen entelektüelleriyle çok yakın ilişki içinde. Halide Edip Adıvar onun en büyük hayranı. Mazhar Osman ona resmini imzalatmak istiyor. O dönemin ünlü Petit Chambre tiyatrosunda konserler veriyor. Çok bilinen ve gerçekten sevilen biri. Bir de rahip tarafı var tabii. O nedenle ayrıca saygınlığa da sahip.
Yine de bunlar, 1915’te tehcir kapsamında Çankırı’ya sürülmesine engel olmuyor…
A.S.Ö: Evet. Hatta sürgüne gönderilmeden önce, yani 24 Nisan gecesinden birkaç gece önce Saray’da konser veriyor. Devlet erkanıyla da o kadar yakın aslında. Buna rağmen tutuklanan yüzlerce Ermeni entelektüelle birlikte Çankırı’ya sürgüne gönderiliyor. Hiçbir şeyin artık eskisi gibi olmayacağı o dönüm noktası da orada yaşanıyor. Bir asker kafasından aşağı bir kova su döküyor Gomidas’ın. Tabii ki o ana kadar korku ve endişe içindeler, büyük bir gerilim birikmiş. O suyun dökülmesi biriken bütün gerilimin patlama yapması gibi…
F.K.: Bazı kaynaklarda belki daha önce olan başka şeylerin de etkilemiş olabileceği, tek bir olaya bağlamanın doğru olmayabileceği de söyleniyor. Ama kesin olan şu ki, döndükten sonra artık eski Gomidas olamıyor.
A.S.Ö.: Tabii, bütünüyle zor bir hayat. Eçmiyadzin’deki manastır hayatında da çok zorlanıyor. Aşk şarkıları söylediği için o dönem dışlandığını biliyoruz. İlk kitabı, düğün ve aşk şarkılarından oluşan derleme bir kitap örneğin. Onu bastırdığı için kıyametler kopuyor. Yine de baktığımızda, hayatının dönüm noktası tehcir sırasında yaşananlar oluyor. O yüzden ikisini ayıramayız bence ama ona asıl değer veren, insanlığı ve müzisyenliği. Sadece Türkiye için değil, tüm dünya için.
“Belki de annesinin sesini aradı diyorum”
Gomidas’ın bu büyük müzik tutkusunu hayat hikayesi içinde nasıl konumlandırdınız?
F.K.: Bana, seslerin peşine düşmüş bir deha gibi geliyor. Çok küçükken kaybettiği annesinden duyduğu ezgiler var çünkü, babası da şarkı söylermiş. Sanki var olmayan bir hayalin peşinden gidiyor, belki de annesinin sesini yeniden bulmaya çalışıyor gibi geliyor. Bu masumiyet, bu naiflik beni çok yaralıyor. Düşünürken de oynarken de. Tutunduğum ana damarlardan biri o sesi aramak oldu. Belki annesinin sesini aradı diyorum, hayatı boyunca. Bulamadan da öldü. Ve sessizliğe gömülerek öldü.