Betül Memiş – CNN Türk – “Her ağacın bir adı varmış, her insanın bir şarkısı”

“Her kültür kendi yurttaşlarına varlıklı bir adam ya da kadın olmanın ne demek olduğuna dair bir imge sunar. Kişinin kendi armağanlarının çevreye yayılması yoluyla toplumsal varlığını kazandığı ve ‘büyük adam’ yahut ‘büyük kadın’ olmanın kişinin ne kadar çok şey armağan ettiğine bağlı olduğu dönemler ve yerler vardır. Oysa piyasa toplumunun mitolojisinde resim tersine çevrilir: Varlıklı bir kişi olmanın göstergesi vermekten ziyade almaktır ve bu mitolojinin kahramanı ‘temkinli’ ve ‘kendi kendini yetiştirmiş’ kişidir,” der ABD’li eleştirmen Lewis Hyde’ın (Metis Yayınları / Emine Ayhan çevirisi) “Armağan / Sanatsal Yaratıcılık Dünyayı Nasıl Değiştirir?” adlı kitabında ve ekler: “Bu varsayımlar hüküm sürdüğü müddetçe, armağana hizmet etmek için emek harcayan ve ürünleri tam olarak meta sınıfına sokulamayan kadın veya erkekler huzursuzluk verici bir önemsizlik, hatta değersizlik duygusundan bizar olacaktır. Servetimizi edinimlerimizle ölçtüğümüz takdirde, yetenekli kişilerin armağan / yetenekleri onları varlıklı yapmaya yetmez.”


Hyde’ın kitabındaki bu tanımlarla bir kez daha baktım -tiyatro sahnesinde dikize yattığım- Gomidas’ın hayatına… Pek çoğumuz veyahut bazılarımız ‘büyük kadın’ ve ‘büyük adam’ olmanın derdinde değil, derdinde olanların da ‘büyük oldum’ sandığı veya olduğunda ‘ee, yani ne oldu’ğu ya da toplayınca ortaya çıkan resmin detayında gerçeğin ‘büyük kadın’ veya ‘büyük adam’ların bizleri yönettiği mi demeli!? Ucunu geniş tuttuğum bir dilemma denizine salıyorum sizi. Üstüne biraz kafa yorup cevabını gıdıklamak ya da bir durak sonrası inmek serbest diyelim! Nasılsa ortalık jamais vu ve replikalardan geçilmiyor!

Gelin, cevapların peşine düşmeden önce, röportajımızın öznesi olan; “Osmanlı döneminde yaşamış, Ermeni, Osmanlı ve dünya kültüründe kuvvetli bir iz bırakmış büyük bir sanatçı; müzisyen ve müzik araştırmacısı, ‘müzik kutusu’ olarak tanımlanan Gomidas’ın hayat hikâyesine bir yolculuk” yapalım, ne dersiniz? Yolcu Tiyatro’nun kadrajından, Kumkapı’da konuşlanan Surp Vortvots Vorodman Kilisesi’nde seyrine dalacağınız, Ahmet Sami Özbudak’ın yazıp, yönettiği, Yiğit Bener ve Serra Yılmaz’ın Türkçeden Fransızca’ya çevirdiği, Ersin Umut Güler’in yapımcılığını üstlendiği “Gomidas”a hayat veren oyuncu ise Fehmi Karaarslan. Müzik direktörlüğünde (koro şefi, müzisyen) Hagop Mamigonyan, hareket tasarımında Selçuk Göldere, dekor tasarımında Cihan Aşar, kostüm tasarımında Özlem Kaya, ışık tasarımında da Cem Yılmazer ile Yasin Gültepe’nin imzasının bulunduğu oyunun fotoğrafları ise Saygın Serdaroğlu ve Orhan Cem Çetin’e emanet.

Biz de, (hikâyenin başından başlamak gerekirse; asıl adı Soğomon Kevork Soğomonyan olan, 1869’da Kütahya’da doğan, her ikisi de müzisyen olan anne ve babasını küçük yaşta kaybeden…) Gomidas Vartabed’in hayatının güzergâhında; belleğinden yana hep şikâyeti olan T.C. sanatseverine arşiv niteliğindeki “Gomidas”ın yazarı-yönetmeni Ahmet Sami Özbudak, yapımcısı Ersin Umut Güler ve oyuncusu Fehmi Karaarslan’la bir röportaj gerçekleştirdik. (İç ses: Röportajı, Gomidas’ın melodileri eşliğinde okumanızı rica edeceğim. Biraz ses de açalım lütfen!)


· İzninizle sondan başlamak isterim. Ressam Van Gogh’un öldüğü gün cebinde bulunan notta: “Eserlerime gelince, onlarda hayatımı riske attım ve aklıselimim onların içinde eriyip gitti” yazıyormuş ya da şair Rainer Maria Rilke’nin (eşi) heykeltraş Clara Rilke’ye yazdığı şu satırlar: “Sanat eseri, daima, göze alınan bir tehlikenin, sınırına kadar yaşanan, insanın daha fazla devam edemeyeceği bir noktaya kadar götürülen bir deneyimin ürünüdür” ve filozof F. Nietzsche’nin “Şen Bilim” kitabının önsözünde dile getirdiği temenni, “Ah, neden herkesten çok bizim sanata ihtiyacımız olduğunu gerçekten anlayabilsen… ama başka tür bir sanata – sadece ve sadece sanatçılara hasredilmiş bir sanata!” Üstatların cümlelerinin yamacında, pandemiyle birlikte değişen / değişmeyen kişisel ve sanat hayatınızda neler oldu; süreçteki hissiyatınızı, keşfettiklerinizi ve sanatı tariflemenizi istesem ortaya nasıl bir fotoğraf çıkar?

Ahmet Sami Özbudak: Ben sanatla uğraşan insanların teşhisi zor bir ruhsal hastalığa sahip olduğunu düşünürüm. Tabii burada bahsettiğim gerçekten bu işlerle hastalığına çare arayan insanlar… Zira bendeniz yazmadan gün geçirirsem dengemi bulamam, yazmadığım gün pencere benim için hiç açılmamış, takvimlerden yeni bir gün geçmemiştir. Ürettiğim şeyin niteliği o kadar önemli değil belki, önemli olan benim bu eylemle nefes alabilecek duruma gelmem. Pandemilerde de savaşlarda da üretim aslolandır benim için. En zor zamanlarda devam ettim, ölümün kıyısında ürettim. Bendeki fotoğraf bu, sadece bu; üretmezsen ölürsün.

Ersin Umut Güler: Pandemi süreci, kişisel hayatını zaten derdini, sözünü özgün ve oyuncul bir şekilde anlatmak üzere tepeden tırnağa kurgulamış bulunan sanatçının hem yalnızlaştırıldığı hem de türdeşleriyle dayanışarak derinleştiği bir dönem oldu. Maddi, manevi yıprandık, gelecek herkes için olduğu kadar bizim için de belirsizleşti ama diğer taraftan birbirimize, özgücümüze tutunduk ve hayallerimizin peşinden ayrılmadık. Örneğin biz, Gomidas’ı bu süreçte hazırladık.

Fehmi Karaarslan: İçe dönüş süreci gibi bir dönem yaşamak zorunda kaldık; belki de üreten insanların çoğu zaman es geçtiği, koşturmacaya kapıldığı, unuttuğu bir demlenme sürecini zorunlu yaşadık. Bu durum kimi sanatçılarda birikmiş, sırada bekleyeni ortaya çıkarmak için zaman ve cesaret yarattı kimileri için durmayı çağırdı. Ben çok üretmenin değil, yukarda verdiğiniz alıntılardan/örneklerden yola çıkarak, esas olanın başka türlü olamayacağı için üretmenin daha elzem olduğunu düşünüyorum. Sanat yapan kişilerin bazen hiçbir şey üretmemesi, durması ve biriktirmesi çok değerlidir. Pandemi böyle bir seçim imkânı tanıdı herkese…

 · Svetlana Boym, 20’nci yüzyılın fütürist bir ütopya ile başlayıp, nostalji ile sonlandığını söylemişti. Bugün yaşadığımız ve adına ‘kaygı çağı’ ve ‘antroposen çağı’ dedikleri 21. yüzyılın kadrajında; “Bütün dünya karanlıkken / Umuda yer açmak (çok) zordur / Ama sabrı olan için / Güneş yine doğacaktır,” diyen Gomidas ile buluşmanız nasıl oldu? Ve tam da böylesi bir dünya ve T.C. konjonktüründe itici gücünüz neydi?

Ahmet Sami Özbudak: Ben başka bir metni çalışırken ona rastladım. Gomidas öyle bir büyü ki onu tanıdım ve sanki sohbet etmeye başladım. Sanki gökyüzüne bıraktığı sesleri bir asır sonra duymayı başardım. Bu hikâye ne olursa olsun anlatılmalı dedim, her şeyden önce insani olanın peşinden gittim. Çünkü Gomidas hepimizin hissedeceği kadar çocuk ve kırılgan bir kişilik.

Ersin Umut Güler: Gomidas, hayranı olduğum bir karakter. Hem dönemin politik ve sosyal gerilimi içinde hem de baştan sona kişisel hikâyesinin biricikliğinde çok özel bir ruh olduğunu düşünüyorum. Yetim kalmış, güzel sesli tek çocuk o değildi ama evini arayan birçok çocuğun sesini derleyip, ardında yıkılamaz bir miras olarak bıraktı. Sami, Gomidas’la ilgili bir oyun yazmak istediğin söyleyince, zaten çok heyecan verici oldu bu benim için. Sonrası pandemi koşullarında bir araya gelmek için imkânları zorlayarak, birlikte Gomidas’ı sahnede yeniden yaşatmanın en etkili yollarını teati ederek yola devam etmek oldu.

Fehmi Karaarslan: Gomidas sessizliğe gömülüp, akıl hastanesinde düşüncelere veya sanrılara dalarken bile hep direndi gibi geliyor bana. O ölmeyi seçmeyerekten de direndi, susarak da direndi… Hayatı boyunca savrulduğu yolculuklarda da kendini var etmek, umudunu korumak ve sesini dünyaya duyurmak için çabaladı. Sadece bu kadarı bile devrimci bir ruhu sergiliyor ve bugünkü konjonktürden bakınca şöyle karşılık buluyor bende; güneş herkesin içinde ayrı ayrı doğmadan ışıksız kalmaya devam edeceğiz…


· Yazar Halide Edip Adıvar’ın, “Şarkı söylediğinde Tanrı onu dinlemek için aşağı inerdi” dediği Gomidas’ı tiyatro sahnesine taşırken hangi enstrümanlardan yararlandınız ve öncelikli dikkate aldığınız detaylar nelerdi? Bu oyunun dert edindiği rotası nedir?

Ahmet Sami Özbudak: Gomidas pek çok şekilde anlatılabilir, umarım farklı yazarlar da çalışır onun hikâyesini; çünkü nereden bakarsan bak çok kıymetli bir hayat. Biz bir hayat hikâyesini, hayali bir koyunun gözünden anlatıyoruz bu hikâyede. Gomidas’ı tanımak ve onunla sahnenin büyüsünü kullanarak bir arkadaşlık tesis etmek istedik.

Ersin Umut Güler: Onu geri getirerek, aslında bir saygı duruşunda bulunuyoruz biz de. Oyunda (Alman yazar) Goethe’nin bir sözüne atıf var: “İki ömrüm olsun isterdim; biri yaşamak, diğeri okumak için.” Hem mizah duygusu hem de manevi derinliği yüksek bir kişilik olan Gomidas, oyunumuz aracılığıyla bu dünyaya yeniden, bu kez anlatmak için gelmiş olsun istedik. Meramımız rotamızı zaten belirledi; ona eşlik eden kertenkeleleriyle birlikte, 100 yıl kadar önce ayak bastığı kilisede seyirciyle buluşturduk. Hem var ettiği hem de içinde var olduğu unsurların bir araya gelmesine gayret ettik.

Fehmi Karaarslan: Bir masumiyetin gözünden, siyasal ve genelleyici bakış açılarından uzakta, saf insanı merkeze alan bir anlatım söz konusu. İki ulusun, iki kardeş milletin barışması için ortak acılarımızın yasını tutma şansı sunan bir ayin, bir ritüel veya bir ağıt yaşamak istedik izleyenle…

· Oyun tek kişilik ama metnin ikinci oyuncusu / karakteri (tevellüdü 1929’a dayanan) Lusavoriç Korosu. Oyunu sahneleme biçiminiz, sahne tasarımınız, seçtiğiniz mekân ve aygıtlarının biraz detaylarını anlatır mısınız? Ayrıca oyundaki “koyun” metaforu da manidar; İncil’deki “Ben sizi kurtların arasına kuzu olarak gönderdim… / İşte, kurtların arasına koyunlar gibi gönderiyorum sizi…” cümlesini hatırladım. Gomidas’ın evsiz-yurtsuzluğu aslında araf hemhali gibi, pek çok matematiği var metnin…

Ahmet Sami Özbudak: Kendi adıma şunu söyleyebilirim ki bu metnin teklif ettiği şey zor. Kocaman bir hayat hikâyesini metaforlarla dolu bir izlekte takip etmek durumunda seyirci. Bir de şiirsel dil eklenince zorlu bir parkur oluyor seyirci için. Lakin şu ana kadar oyunun seyirciyle buluşması şahane geçti. Galiba içten olmayı başardık, böylesi zorlu bir sürecin üstesinden ancak böyle gelinirdi.

Ersin Umut Güler: Oyuna, Gomidas’ı hiç tanımadan, kilisede oyun izlemeyi deneyimlemek için gelen seyirciler oluyor. Ve oyundan sonra onları Gomidas’la ilgili yayınların olduğu stantta görüyoruz. Metin bazı açılardan zorlayıcı, bilgi birikimi gerektiren bir anlatım gibi görünebiliyor da bazen. Gelen tepkilere baktığımda, meramımızı anlatma yollarımızı iyi seçtiğimizi görüyorum. Oyun sırasında anlaşılmamış bir şey varsa da, seyirci o boşlukları tamamlamak üzere ayrılıyor kiliseden. Gomidas’ı merak ediyor, daha çok tanımak istiyor.

Fehmi Karaarslan: Birçok sahneleme detayı; şiirsel dil, mekân seçimi, sahne dekoru, mekân, koro, ışık… Bazen anlatılamaz olanı sezgisel imgelem yoluyla seyirciye sunmak için varlar. Bunlar bir araya gelip metaforlara dönüşüyor ve hatta bazen bizim bile yaratıcılar olarak farkına varmadan içgüdülerimizle ortaya çıkardığımız anlara, detaylara, yaratımlara izin veriyor. Sanat da tam olarak böyle bir şey değil mi zaten!



· Yazar Pakrat Estukyan, Gomidas’ın müzik, özellikle Ermeni toplumu için önemini şu şekilde anlatıyor: “Gomidas, halk müziğini ilk defa derli toplu bir şekilde düzenleyen en önemli aranjörlerden biri, hatta birincisi. Ermeni müziği Gomidas’a kadar tanımlı değildi. Gomidas’la birlikte bu tanım, batılı ölçekte sınırları, tanımları belli, notasyonları düzenlenmiş şekilde dahil oldu. Bizim açımızdan Gomidas’ın diğer bir önemli özelliği de bütün etnisitelerin üzerinden folklora bakış açısıdır.” Peki, oyun öncesi ve sonrası Gomidas’ın sizdeki karşılığı nedir; ya da hayatınızda neye tekabül ediyor?

Ahmet Sami Özbudak: Nefessiz kaldığım zamanlarda onun üretim sürecinden ve yaşam sevincinden ilham alıyorum. “Ne olursa olsun, gül ve hayattan alacaklarını al!” Böyle bir cümle fısıldıyor kulağıma Gomidas. Onun varlığıyla neşe, huzur buluyorum, yaratıcı hissediyorum. Ona çok şey borçluyum daha şimdiden.

Ersin Umut Güler: Hayranı olduğumu zaten belirttiğim Gomidas, direnç ve fütursuzluk noktamıza da dönüştü; çünkü hem oyunu hayal edip gerçekleştirmek için yola koyulduğumuz pandemi sürecinin zorlayıcılığında dayandığımız bir sütun oldu hem de vazgeçemezdik böyle bir hayat örneği varken karşımızda.

Fehmi Karaarslan: Tabii ki Ermeni toplumu için aldığı pozisyon ve onun temsil ettikleri bizim algımızdan bambaşka. Öncelikle biz onu ne kadar tanıyoruz Türkiye’de? Türkçeye kazandırdığı ezgileri duyunca bile şaşırıyoruz, ‘a bu şarkıyı o mu aranje etti’ diyoruz. Bence yukarda sıraladığınız denklemde Gomidas’ın hayatının Türkiye’de seyirciyle buluşması, Gomidas’ı Türk bir aktörün canlandırması ve Ermeni korosuyla yapılan ortaklık bile başlı başına bir buluşma ve barışma vaat ediyor gelecek adına…

· Oyun sonrası us’umda dolanan, tarihçi, yazar Yuval Noah Harari’nin: “Tarihin özelliklerinden biri de korkunç derecede adaletsiz oluşudur. Tarihte sıklıkla görürüz, zenginler sorunların sebebidir ama bu sorunların bedelini yoksullar öder…” ve Nietzsche’nin, “Müzik temelde bizde belli bir oranda güç kazanan yaşam duygusunun özünde gizli olan acıyı anlatır; müziğin verdiği heyecanın yapısında da bu acıdan uzaklaşıp onu uzaktan izleme düşüncesi vardır” cümleleriydi… Bu iki üstadın kelamının fenerinde ve oyun bağlamında, sizin yorumunuz ne olur?

Ahmet Sami Özbudak: Bu dünya her zaman zor bir yer olmuş, Gomidas’ın buralardan geçtiği yıllarda da durum farklı değilmiş. Gomidas çağındaki acılara ışık tutarken, o günlerden bugünlere uzanmış. Dünyanın yıkımına uğrayan insanlar onun müzikal agorasında buluşmuş, buluşmaya da devam ediyor. Toplu bir şifa duası Gomidas.

Ersin Umut Güler: Şahsen yalnızca Gomidas’la değil, onun yaşadığı dönemle ilgili de yaptığım okumalarda gördüğüm şey, büyük travmalar yaşamış insanların, mağduru oldukları olayın aynı zamanda sağlıklı bir tanığı olmalarının çok zor olduğu. İnsan, anlam arayışı bitmeyen bir varlık. Yaşadığı şeyi makul bir neden-sonuç ilişkisine dayandırmak istiyor hep. Her geri dönüşünde de hikâyeyi, eksikleri tamamlamak için ya süslüyor ya da bir yere oturtamadığı parçaları bir kenara atıyor. İnsanın kendi acısını uzaktan izlemek için bulduğu araç, zaten her koşulda muhakkak sanat oluyor. Romanlar, filmler, şarkılar, türküler sadece onun duygularını ifade etmiyor, ondan başlayarak kolektif bir duygu yaratıyor.

Fehmi Karaarslan: Oyundan bir cümleyle cevap vereyim: Acı, acının anlatıldığı yere tekrar uğrayacak kadar delikanlı değildir…

· Röportaja hazırlık aşamasında karşıma çıkan uzman Psikiyatr Rita Soulahian Kuyumjian’ın (Bir Zamanlar Yayıncılık, Aysu Oğuz çevirisi) “Deliliğin Arkeolojisi Gomidas: Bir Ermeni İkonunun Portresi” kitabı oldu. Kuyumjian bir arkeolog titizliğiyle hazırladığı eserinde, etnomüzikoloji alanında yaptığı çalışmaları, beste ve derlemeleri, güzel bariton sesi, kilise ve halk müziği üzerine verdiği dersler ve pek çok ülkede organize ettiği korolarla çağdaş Ermeni müziğinin babası kabul edilen Gomidas’ın uğradığı travmayı ve hastalığının seyrini bütün ayrıntısıyla ortaya koyarken, bütünlüklü bir Gomidas biyografisi de çiziyor. Yeni tanışacaklara Gomidas’ı bir cümle anlatsanız, kimdir bu müzik dehası insan?

 Ahmet Sami Özbudak: İnsanları birer macera ve hikâye gibi görmüş, hümanist, naif, kimseyi hafife almamış, müziğe tutkuyla bağlı bir deha. Bütün bu görkeminin yanı sıra çocukluğu elden bırakmamış bir yaratıcı.

Ersin Umut Güler: Kendini bildi bileli yollara düşen ve hep evini arayan, aidiyet duygusuna ulaşır ulaşmaz daha köklenemeden yeniden yerinden koparılan, gezgin, derin, şakacı, özlemli bir ruh. Belki yaşarken bildiğini bilmeden biliyordu; eve dönüş yolu onun için, uçuşup gitmeye yüz tutmuş sesleri notasyonlarla sabitlemekti. Kendi evini ararken, binlerce melodinin yuvasını kurdu.

Fehmi Karaarslan: Çocuk naifliğinde, kaybolan geçmişinin izinde, umudunu hiç yitirmeyen, güzel sesiyle hem kendine hem çevresine derman olan, müzik aşığı özgür bir ruh…

· “Şarkıları dinlerken hikâyeleri gördüm, her hikâyede beni buldum. Kendimin okulu oldum duyduğum her ezgide. Her ağacın bir adı varmış, her insanın bir şarkısı” diyen Gomidas ile tesadüf bu ya, aynı dönemde yaşasaydınız ve bir tanışlığınız olsaydı, üstüne de kelama düşseydiniz ona bir cümle deseniz, bu ne olurdu?

Ahmet Sami Özbudak: “Kalbimiz bu kadar kırıkken nasıl yeniden başlayacağız Gomidas?”

Ersin Umut Güler: “Bir şarkı söyle.”

Fehmi Karaarslan: “Birlikte türkü söyleyelim mi?”

· Oyuna hazırlık ve sahne aşamasında yaşadığınız veya keşfettiğiniz, “bu da varmış” dediğiniz, şimdi ilk aklınıza gelen neler var?

Ahmet Sami Özbudak: Ermeni kültürünü, müziğin ve tiyatrosunu kaybetmek İstanbul’un başına gelmiş en büyük erozyonlardan birisi. Bu şehir 24 Nisan 1915’te sürgüne giden aydınlarla çok önemli bir hissi kaybetmiş.

Ersin Umut Güler: Almanya’da, operadan gelen teklifi dini nedenlerle, rahip olduğu gerekçesiyle reddetmesi düşündürdü. Belki bütün dünya, çok farklı tanıyacaktı. Bazen insan şahsiyetini kabullerle değil, retlerle çiziyor.

Fehmi Karaarslan: Müzikolog Gomidas’ın rahip kimliği dolayısıyla kendi cemaatinden de engellerle karşılaşmış olması beni şaşırtmıştı.


· Oyun boyunca fonunuza düşen ne/ler vardı ya da us’unuza yansıyanlar neydi; bir ses, ritim, resim, film, fotoğraf veya bir an gibi?

Ahmet Sami Özbudak: Aynı zamanda afişimiz olan Panos Terlemezian’ın Gomidas resmi benim için bu hikâyenin fonunda sabit. Hayat kadar sevinçli ve coşkulu, bir o kadar kederli bir resim.

Ersin Umut Güler: Bazı seyircilerin oyun sırasında, kilisede zaten var olan koyun motifini fark etmemesi de, fark edenlerin bunun özellikle tasarlandığını düşünmesi de ilginç. Tesadüfi bir fon oldu ama hikâyeyi güzel tamamlıyor.

Fehmi Karaarslan: Yerevan Erebuni şarkısını provalar sırasında final bloğunu çalışırken fonda hep kullandık. Bu şarkı oyunda kullanılmıyor ama bana son sahneyi hissetmemde çok yardımcı oldu.


· Röportajımıza da giriş yazısı olan Lewis Hyde’ın “Armağan / Sanatsal Yaratıcılık Dünyayı Nasıl Değiştirir?” kitabındaki bu tanımları Gomidas’ı “delirten” resmin bir başka yüzü gibi… Dip not: Kitabın kapak resmi de Vincent Van Gogh imzası, bu da başka bir ayrıntı… Hyde’ın kelamına siz ne söylemek istersiniz?

Ersin Umut Güler: Buralarda yokluğun estetiği dediğimiz şey, aslında cebimizden ziyade özlemlerimiz ve isteklerimizle ilgili. Yetenek; tutkunu olduğumuz hayalin, arayıp bulduğumuz yollardan sonra çizdiğimiz kendi yolumuzun ve inatla attığımız adımların varlığıyla oluşuyor.

Fehmi Karaarslan: Rene Girard’ın arzu nesnesi tanımını çağırıyor yukarıdaki tanım. Olmak istediğimiz kişiye dönüşmek için çabalıyoruz ama o kişi de çoğu zaman bir toplumsal uzlaşının tasarımı… Burada iki yol kalıyor günümüzde ya kendi özgün yolunu bulup sürüden ayrılacaksın ki bu arzulanan sonucu kimi zaman ıskalamana yol açacak, belki yalnızlığa ve değersizlik hissine itecek seni ya da sürüye uyacaksın ve kutsal formülü uygulayacaksın.

· Son olarak bugünlerde size iyi gelen, her sabah yataktan uyanmanızı salık veren neler var, okuyucu da nasiplensin niyetine; film, tiyatro, sergi, mekân, albüm vs. gibi?

Ahmet Sami Özbudak: Başak Bugay’ın “Füg” sergisi beni çok sarstı, inanılmaz bir deneyimdi. Şu günlerde Gallagher Lawson’un “Kâğıt Adam” romanını okuyorum. Çok keyifli ve sürükleyici… İstanbul’da sahnelenen çoğu oyuna gitmeye çalışıyorum ve hepsinden tat alacak bir şey buluyorum. Bence tiyatro bu kadar zor icra edilirken şu oyun güzel, bu oyun kötü diyecek lüksümüz yok.

Ersin Umut Güler: Başak Bugay’ın sergisi “Füg”ü ben de beğendim. Beni yataktan kaldıran şeye gelince, yeni projelerim ve bunlarla ilgili yapıp etmelerim.


Yorum yap

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir