Erdoğan Mitrani- Şalom Gazetesi – Yolcu Tiyatro’da bir David Ives oyunu: Kürklü Venüs

Çalışmalarına 2012 yılının ikinci yarısında başlayan Yolcu Tiyatro, 2013’te ilk oyunu Wolfgang Borchert’ in ‘Kapıların Dışında’ ile seyirciyle buluştu. 2014’te, Ariel Dorfman’ın ‘Karanlığın Ötesinden Gelen Sesler’ adlı oyununu yeniden kurgulayarak dünyanın farklı ülkelerinde ve Türkiye’de baskılara, insan hakları ihlallerine uğrayanların gerçek hikâyelerini anlattı. Topluluğun sahnelediği üçüncü oyun, sürrealizmin önde gelen isimlerinden Roland Topor’un yazdığı, ‘Joko’nun Doğum Günü’ oldu. Son yılların en iyi oyunlarından olan ‘Joko’umarım birkaç sezon daha sürecek olan yolculuğuna devam ederken, bugüne dek topluluğun bütün oyunlarını yönetmiş olan Ersin Umut Güler, bu kez Amerikalı yazar David Ives’in günümüzün cinselliğe bakışıyla 19. yüzyılın Sado-Mazo takıntılarını karşı karşıya getiren, ilk kez 2010’da seyirci karşısına çıkan oyunu ‘Venus in Fur / Kürklü Venüs’ü sahneye koyuyor.

Çevirisini ve dramaturjisini Şafak Özen’in, dekor ve ışık tasarımını Cem Yılmazer’in, kostüm tasarımını Özlem Kaya’nın, ses-efekt tasarımı ile müziğini Tufan Dağtekin’in üstlendiği 85 dakikalık iki kişilik oyunu Pervin Bağdatve Ersin Umut Güler yorumluyor.

Oyun, Mazoşizmin isim babası Sacher Masoch’un ‘Kürklü Venüs’ romanını sahneye uyarlayacak yazar-yönetmen Thomas Novachek’in fırtınalı bir gecede, telefonda kız arkadaşına seçmelerin bitiminde Vanda rolü için aradığı kadın oyuncuyu bulamadığını anlatmasıyla başlar. Günümüzde genç kadınların kadınsı olmayı bilmediklerinden, seçmelere katılan 30 kadının yarısının fahişe, yarısının da lezbiyen gibi durduklarından şikâyet ederken tiyatroya yağmurun geciktirdiği esrarengiz bir kadın oyuncu girer. Adı Vanda Jordan olan bu kalabalık ağızlı küstahça kadına seçmelerin bittiğini ve çıkmak üzere olduğunu bir türlü anlatamayan Thomas, kısa bir okuma provasını kabul ederek kurtulmayı umar.

Kadın çantasında getirdiği elbiseyi giyip oyunu ezbere okumaya başladığında ona replik veren Thomas giderek romandaki, çocukluğunda teyzesi tarafından kürklü bir pelerine uzanmış vaziyette kırbaçlandığından beri hükmedilme özlemi çeken Severin von Kushemski’ye dönüşmeye başlayacak, ikili farklı karakterlere büründükleri bu oyunda, kadın-erkek ilişkisi üzerinden toplumsal cinsiyet meselesine, arzuların karanlık taraflarına ve insan doğasının sınırlarına büyülü bir yolculuğa çıkacaktır.   

Rollerin durmaksızın değiştiği bu kedi-fare oyununda güç dengesi anbean yer değiştirecek, erkeğin hükmedilme arzusunun altında gizlenen sexist ve hükmedici bilinçaltı su yüzüne çıkarken, oyunun kadını nesnelleştiren yönü, sürpriz bir finalle dengelenecektir.

David Ives’in oyunundan çok etkilenen ünlü yönetmen Roman Polanski, oyunun haklarını sıcağı sıcağına satın alarak ‘La Vénus à la fourrure’ adıyla filme çekmişti. Polanski filmi yönetirken, her yönetmen ile oyuncusunun ilişkisinin doğasında yatan sado – mazoşizmin altını çizmek istercesine, Thomas rolünü kendisinin 30 yıl önceki halini çarpıcı şekilde andıran Mathieu Amalric’e, Vanda’yı ise karısı Emmanuelle Seigner’e oynatmıştı.

Ersin Umut Güler, güç ile boyun eğdirme arasındaki, bu psikoseksüel kedi fare oyununa,  kişisel cinsel takıntılarını da göz ardı etmeksizin hem hınzır hem mesafeli yaklaşan Polanski’den biraz faklı bir açıdan bakarak, daha samimi, daha sevecen bir dille, bilincin ve bilinçaltının karanlık dehlizlerinde dolaşan bir traji-komik yolculuk olarak, insanların birbirlerine ve kendilerine ait yanılsamaları üzerinden anlatıyor.

Güler, oyunu sahnelerken bu yanılsamanın altını Vanda’nın çantasından ‘kürk’ diye çıkardığı kırmızı triko şal ile de çiziyor. ‘Venüs’ oyun boyunca bu ‘kürk’le dolanacak, ancak finalde, gerçek kişiliğine (??!!) dönüştüğünde gerçekten kürkü andıran bir palto giyecektir.

Doğal olarak oyunun tüm yükü, müthiş etkileyici ve dengeli yorumlarıyla Pervin Bağdat ve Ersin Umut Güler’in omuzlarında. ‘When in Rome’da da sağlam bir birliktelikleri vardı ama, ama bu kez kusursuz bir ikili oluşturuyorlar. Repliklerin bir tenis maçındaymış gibi bir karakterden diğerine uçtuğu, kişilerin bir Vanda’dan diğer Vanda’ya, Thomas’dan Severin’e, Vanda’dan Thomas’a, Thomas’dan Vanda’ya evrildiği oyunu, her değişimi seyirciye bire bir aktararak, nefes nefese izlenen bir tempoyla götürüyorlar. Özellikle çizme ve ince topuklu kadın ayakkabılarıyla ilişkinin mazoşist kadar fetişist yönünü de başarıyla aktarıyorlar.

Ersin Umut Güler, inandırıcı bir Thomas portresi çizerek başladığı oyun boyunca, aynı inandırıcılıkla Thomas’ın kendi içindeki değişimini, adım adım Severin’e ve hatta Vanda’ya dönüşmesini başarıyla veriyor. Pervin Bağdat kimi zaman arsız, kimi zaman asil, müthiş komik ve bazen de ürkütücü bir Vanda. Heyecan verici oyunculuğu kadar, güzelliği ve çekiciliğiyle aşkın tanrıçası Venüs’e pek bir yakıştığını söylemek şart tabii ki.

Çok iyi bir metin ve çok iyi bir yorum. Mutlaka izlenmeli.